Şu aralar ……
Şu aralar farklı, daha önce hiç gitmediğim bir ülkenin, bir sokağındaki sakin bir cafede kahvemi yudumlamak, daha sonra oradan çıkıp etrafa bakınarak saatlerce yürümek istiyorum.
Seyahat etmek, yeni yerler görmek, kendi ırkımdan farklı insanların nasıl yaşadıklarına şahit olmak, küçük bir gezgin olmak istiyorum şu aralar.
Barış Manço bunu ne kadar güzel başarıyordu değil mi?
Dünyanın dört bir köşesine gidip ilk defa karşılaştığı insanlarla çabucak iletişim kurabilen nadir insanlardan biriydi. Benim yaşımdakiler için çok özeldi.
“Domates, biber, patlıcan” diye bir şarkı yazıp bunu aşkla harmanlayıp herkese bağıra bağıra söyletebilen gerçek bir sanatçıydı. On sene olmuş bizlerden ayrılalı. Zaman kavramı beni yine dumura uğrattı.
Yaşadığım ülkeden farklı bir çok unsurla karşılaştım gittiğim şehirlerde.
Avrupa’da binaların çoğu gri renkmiş gibi geldi bana. Havanın sürekli kapalı olması onları öyle gösteriyor sanırım. Ama ip gibi dizilmiş binalar,birbirine paralel ve düzenli.Çarpık kentleşme yok.(Brüksel’de öyleydi.)
Müthiş bir düzen hakim. Beklediğin otobüsün saat kaçta geleceği durakta yazılı. Gecikme diye bir şey yok. Burada 5 dakikada bir gelmesi gereken otobüs trafiğe bir takıldı mı yarım saat sonra geliyor. Sonra gelen otobüse bin binebilirsen, durak stadyum olmuş vaziyette çünkü.
Orada; ana yollardaki ikaz işaretlerini yaklaşmadan nerdeyse 1 km kala görebiliyorsun. Burada yol sapaklarına dizilen tuhaf “bowling pinleri” gibi değil. Sarı renk yanıp sönen ikaz ışıklarını görünce yol ayrımına yaklaştığını anlayabiliyorsun. Üstelik yurtdışında ehliyet alabilmen için 2 sene mücadele vermen gerek. Ben ehliyet sınavında sürücü koltuğundayken ben mi kullandım yanımdaki hoca mı anlamadım. Çünkü sürekli onun ayakları pedallarda hareket ediyordu. Tam bir keşmekeş.
Yalnız, şu tuvaletlerinde taharet musluğunun olmaması çok kötü. Biz bu açıdan onlardan üstünüz kesinlikle. Oralarda evin varsa özel olarak yaptırman gerekiyor bu musluğu.
Parklara çok önem veriyorlar. Eski tarihi binalarına da öyle. Amsterdam’da 1400’lü yıllardan kalma dar ve uzun bir bina gördüğümü hatırlıyorum mesela. Külahta bol mayonezli kızarmış patates yediğimi de:P
Hollanda sokakları her şey serbest bir ülke olmasından dolayı esrar koksa da yol kenarlarına park edilen yüzlerce bisiklet çok hoşuma gitmişti. Canal Bus’la kanal boyunca sıralanan evlerin arasından geçmekte :)
Eyfel kulesinde biz çılgın Türklerin kalıntılarını görmek mümkün. Yazmaya ve imza atmaya olan merakımız orada da kendini göstermiş. Ağaçları ve sıraları kazıdığımız gibi kuleye de isim kazımışız :) (bende kazımış olabilirim ne ayıp :P)
Şu aralar farklı, daha önce hiç gitmediğim bir ülkenin, bir sokağındaki sakin bir cafede kahvemi yudumlamak, daha sonra oradan çıkıp etrafa bakınarak saatlerce yürümek istiyorum.
Seyahat etmek, yeni yerler görmek, kendi ırkımdan farklı insanların nasıl yaşadıklarına şahit olmak, küçük bir gezgin olmak istiyorum şu aralar.
Barış Manço bunu ne kadar güzel başarıyordu değil mi?
Dünyanın dört bir köşesine gidip ilk defa karşılaştığı insanlarla çabucak iletişim kurabilen nadir insanlardan biriydi. Benim yaşımdakiler için çok özeldi.
“Domates, biber, patlıcan” diye bir şarkı yazıp bunu aşkla harmanlayıp herkese bağıra bağıra söyletebilen gerçek bir sanatçıydı. On sene olmuş bizlerden ayrılalı. Zaman kavramı beni yine dumura uğrattı.
Yaşadığım ülkeden farklı bir çok unsurla karşılaştım gittiğim şehirlerde.
Avrupa’da binaların çoğu gri renkmiş gibi geldi bana. Havanın sürekli kapalı olması onları öyle gösteriyor sanırım. Ama ip gibi dizilmiş binalar,birbirine paralel ve düzenli.Çarpık kentleşme yok.(Brüksel’de öyleydi.)
Müthiş bir düzen hakim. Beklediğin otobüsün saat kaçta geleceği durakta yazılı. Gecikme diye bir şey yok. Burada 5 dakikada bir gelmesi gereken otobüs trafiğe bir takıldı mı yarım saat sonra geliyor. Sonra gelen otobüse bin binebilirsen, durak stadyum olmuş vaziyette çünkü.
Orada; ana yollardaki ikaz işaretlerini yaklaşmadan nerdeyse 1 km kala görebiliyorsun. Burada yol sapaklarına dizilen tuhaf “bowling pinleri” gibi değil. Sarı renk yanıp sönen ikaz ışıklarını görünce yol ayrımına yaklaştığını anlayabiliyorsun. Üstelik yurtdışında ehliyet alabilmen için 2 sene mücadele vermen gerek. Ben ehliyet sınavında sürücü koltuğundayken ben mi kullandım yanımdaki hoca mı anlamadım. Çünkü sürekli onun ayakları pedallarda hareket ediyordu. Tam bir keşmekeş.
Yalnız, şu tuvaletlerinde taharet musluğunun olmaması çok kötü. Biz bu açıdan onlardan üstünüz kesinlikle. Oralarda evin varsa özel olarak yaptırman gerekiyor bu musluğu.
Parklara çok önem veriyorlar. Eski tarihi binalarına da öyle. Amsterdam’da 1400’lü yıllardan kalma dar ve uzun bir bina gördüğümü hatırlıyorum mesela. Külahta bol mayonezli kızarmış patates yediğimi de:P
Hollanda sokakları her şey serbest bir ülke olmasından dolayı esrar koksa da yol kenarlarına park edilen yüzlerce bisiklet çok hoşuma gitmişti. Canal Bus’la kanal boyunca sıralanan evlerin arasından geçmekte :)
Eyfel kulesinde biz çılgın Türklerin kalıntılarını görmek mümkün. Yazmaya ve imza atmaya olan merakımız orada da kendini göstermiş. Ağaçları ve sıraları kazıdığımız gibi kuleye de isim kazımışız :) (bende kazımış olabilirim ne ayıp :P)
Köln'deki Dom Kilisesi'nden ürkmüştüm. Korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Göğü deliyordu sanki, o kadar yüksek :s
Oralarda en çok gördüğüm mağaza H & M (yardımcı olabilir miyim diyen tezgahtarlar yok, seç-beğen-al), bayılarak yediğim yiyecek waffle. (ayrıca devasa snack)
Of of …..
İşte böyleyim bu aralar.Seyahat etmek istiyorum. Bu ekonomi düzelene ve Kılıçdaroğlu başa gelene kadar Yeni Zelanda’ya yerleşeyim diyorum.
Hem başlıca doğal kaynağı “doğal gaz” mış. Daha az fatura gelir :P
Of of …..
İşte böyleyim bu aralar.Seyahat etmek istiyorum. Bu ekonomi düzelene ve Kılıçdaroğlu başa gelene kadar Yeni Zelanda’ya yerleşeyim diyorum.
Hem başlıca doğal kaynağı “doğal gaz” mış. Daha az fatura gelir :P
Eşimin bayılarak yediği Erzurum'un meşhur tatlısıdır kadayıf dolması. İlk kez yapmama rağmen gayet lezzetli oldu.
Malzemeler:
- 500 gr. yaş kadayıf
- 200 gr. dövülmüş ceviz
- 4 yumurta
- 4 su bardağı toz şeker
- 4 su bardağı su
- Kızartmak için sıvıyağ
Yapılışı:
- Önce şerbetini hazırlayın. Şeker ve suyu karıştırarak kaynatın. Biraz ılınınca buzdolabında soğumaya bırakın.
- Kadayıfları diderek el ayası büyüklüğünde dizin. İçine dövülmüş cevizi yerleştirip dolma sarar gibi sarın.
- 4 yumurtayı mikserle köpürene kadar çırpın.
- Kadayıf dolmalarını yumurtalara bulayıp (çok bekletmeyin içinde) önceden kızdırılmış yağda kızartın.
- Üzeri nar gibi kızarınca hemen alıp önceden soğuttuğunuz şerbetin içine atın.
- Şerbetini çekince ister kaymakla ister kaymaklı dondurmayla servis edin.
0 Responses to "Kadayıf Dolması"
Yorum Gönder